İKİ DEVLET BİR MİLLET…

Bu sözün derinliğini anlayabilecek kadar olgun düşünceye sahip miyiz ? Yetkililerimiz her görüştüklerinde, bu sözün dillerde pelesenk olduğunu görüyoruz. Bu söylem, gerçekten toplum ve millet anlayışında hayata geçirildiği zaman, milletin bütünlüğüne açılan kapı gibi görünmektedir. Elbette, bu duygu eyleme dönüştürüldüğü zaman karşısı alınamayacak bir enerjiye dönüşebilecek bir güce sahip olur. Ulusal anlamda her iki devletinde geleceği açısından çok önemli bir yer tutmakta olan altın değerindeki bu sözün sadece söylemde kalmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Geçtiğimiz yıl bir program çerçevesinde Halkalı semtinde bulunduğum sırada gördüğüm ve şahidi olduğum bir olay karşısında inanılmaz bir şok yaşadım ve sarsıldım. Halkalı’da bizim insanlarımız, yani Azerbaycan vatandaşı olan, “milletimiz” dediğimiz büyük bir kitlenin yaşadığını öğrendim. Her birinin oraya geliş hikâyesinin olduğuna hiç şüphem yok. Ancak, temelde herkesin geliş amacı aşağı-yukarı aynıdır. Bir şekilde yurdundan-yuvasından kopup gelen bu insanlarımızın tek derdi, bir parça ekmek ve geçim derdidir. Azerbaycan’da yaşadığı hayatın yetersizliğini gerekçe göstererek, kardeş yurdunda nasibini aramaya kalkışmış ve kimisi 5 yıl, kimisi 10 yıl, kimisi de 20 yıldır Türkiye’de-İstanbul’un çeşitli semtlerinde, hatta başka şehirlerde yaşam kavgasına koşulmuşlardır. Bazıları ailesi ile buralara geldiği zaman çocukları 7-8 yaşlarındaymış. Bu gün ise o çocuklar, büyümüş, evlenmiş, aile kurmuş, çoluk-çocuğa karışmışlardır. Elbette olmalıdır, bizim gibi komşu ülkelerdeki problemleri kendi problemi gibi gören, onların vatandaşlarına kol-kanat geren her zaman komşusuna kucak açan bir ülke, elbette kardeşine de kucak açmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti olarak ve Türk insanı olarak daima çevremize karşı duyarlı olan bir milletin evladı olmaktan gurur duymuşumdur. Sizleri hamaset nutukları atarak yormak istemiyorum ve konunun özüne gelmek istiyorum. Ağırlığı Nahçıvan olmak üzere, Azerbaycan’ın birçok bölgesinden buraya gelmiş olan, bu insanlar yaşama tutunmaya çalışırken, geçim derdiyle çok zor şartlarda yaşam mücadelesi verirken, pasaportlarının süresi geçmiş ve yıllarca bu ülkede “KAÇAK” olarak yaşamışlar. Çocuklarını evlendirmişler, pasaportlarının süresi dolduğu için resmi evlilikleri yapılmamış ve gayrı resmi bir evlilikle yaşamaktadırlar. Onların çocukları olmuş nüfus kayıtlarını alamamışlar. Nüfus kayıtları olmayan çocukların okul yaşları gelmiş ve okullara alınmıyorlar. 12 yaşına gelmiş çocuklar eğitimsiz olarak geleceği adımlamaktadırlar. Şu anda sadece İstanbul’da bu durumda olan binlerle ifade edebileceğimiz çocuklarımızın varlığı beni dehşete düşürmektedir. Bu çocuklar milletimizin geleceği ve yarınlarıdır. Geleceğimizi kendi ellerimizle karattığımızı söylemeye bilmem gerek var mıdır? Bu durumun sorumlularının öncelikli olarak, ailelerinin olduğunu söyle biliriz. Bu konuda ailelerin yerine kendimizi koyarak “EMPATİ” yapalım. Öncelikli olarak çocuklarımın karnının doymasını sağlamaya çalışırım. Bunu meşru zeminde yapamıyorsam, gayrı meşru zeminde yapmaya çalışırım. Eğitimini ikinci sırada düşünmeye başlarım. Şayet, resmi şartlar beni işimden, çocuklarımı aşından edecekse kanunlara uygun davranmamı kimse beklemesin… Bu noktada ne yapabilirim: Örgün eğitime müracaat ettiğim zaman benden kayıtlar istendiğinde, kayıtsız olduğunu söylersem, eğitime alınmıyor. Azerbaycan’a gidip kayıt yaptıracak olsam, pasaportumdaki zaman aşımından dolayı bir daha beni yurtdışına çıkarmayacaklar. Böylece, buradaki işimi de kaybetmiş olacağım. Çocuklarım ekmeğe muhtaç olacaklar, perişan olacaklar. “İyisi mi, ben işimi, çocuklarım aşını kaybetmesin, gerisi Allah Kerim…” 21. Yüzyılda, böyle bir olumsuzluk karşısında, her iki ülkenin yaptığı ne var? “ Her iki devletimiz el ele vermiş, çocuklarımızın geleceğini karatmaktadır.” Üzülerek söylemeliyim ki bu çocukların ana-babası kadar her iki devlet yöneticilerimiz de sorumludur. Her iki ülkemiz de uluslararası anlaşmalara imza koymuştur. Sınırları içerisinde yaşamakta olan ve eğitim yaşındaki her çocuğun eğitim hakkından sorumludur. Yetkililerin derhal bu duruma el koyması ve gereğini yapmasını bekliyoruz. Gelecek eğitim dönemine kadar bu konuda gerekli çalışmaların yapılması ve geçte olsa hataların düzeltilmesini beklemekteyiz. Özellikle; Türkiye Cumhuriyeti tarafı olarak, çocukların geçici de olsa kayıt altına alınarak eğitimden mahrum bırakılmaması gerekir. Aksi takdirde “İki devletimiz el ele vermiş bu milletin geleceğini mahvediyor…” Kanaati ve düşüncesi bizlerde oluşmaya başlayacaktır. TÜRKİYE'DE YAŞAMAKTA OLAN ÇOCUKLARIMIZLA İLGİLİ YAPILABİLECEK NELERDİR? Türkiye'de kaçak yaşamakta olan ailelerin çocuklarıyla ilgili öncelikli olarak Azerbaycan Cumhuriyeti'nin adımlar atması gerekiyor ki onların süresi geçmiş pasaportlarının yenilenmesi gerekmektedir. Bu konuda , Türkiye'de yaşamakta olan aileler topluca Azerbaycan'a giriş yapacak olsalar, Türkiye'den çıkış yaparken kalma süresini geçirdiği için onların adları kayıt altına alınarak, tekrar Türkiye'ye girişlerine problem olacak diye ülkeden çıkmaktan korkuyorlar. Bu aileler yıllardır buradaki yaşamın içindeler ve aşını-ekmeğini kazanacak bir ortamı bulmuş ve yaşamaya çalışıyorlar. Söz konusu problemler,sadece onların değil, bu milletin geleceğinin problemleridir. Bunu nasıl çözebiliriz? 1-İki ülke arasında bu problemle bağlı görüşmeler yapılır ve bir komisyon kurulur, komisyon da bu sıkıntıdan kurtulmak için aşağıdaki yol haritasına uygun hareket ederek, sonuca gidilir. 2- Azerbaycan Cumhuriyeti içişleri Bakanlığından bir veya iki eleman göndererek Azerbaycan-İstanbul Konsolosluğu bünyesinde o ailelerin tüm elemanlarının pasaportlarını yenilenmesi- düzenlenmesini sağlamak. 3- Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı da onların bu güne kadar (KAÇAK) cezalı durumunu kaldırarak , söz konusu para cezasını bir defaya mahsus affetmeli ve aileler için oturum vermelidir. 4-Tüm bu problemler halledildikten sonra, çocukların okullarda eğitime katılmaları için resmi müracaatlar yapılmalı ve eğitime katılmaları sağlanmalıdır. 5-Hatta, gerekirse, Türkiye'de İstanbul başta olmak kaydı ile Azerbaycan vatandaşı hakkına sahip olan ailelerin çocuklarının Azerbaycan eğitim sistemine uyqun "Azerbaycan Okullarının açılması için gerekli olan yasal girişimlerin yapılması ve sonuçlandırılması. Tüm bunların olmaması durumunda, İstanbul Azerbaycan Kültür Evi olarak, bizler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet etmek zorunda kalacağız. Zorunluluktan bunu yapmak istemiyoruz çünkü, kendi ayağımıza kurşun sıkmak istemiyoruz. Ancak; unutulmamalıdır ki bu çocuklar bizim geleceğimizdir. Geleceğimizin cehaletin ellerine teslim olmasını asla kabul edemeyiz. Hikmet ELP İstanbul Azerbaycan Kültür Evi Başkanı Sayın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına Azerbaycan asıllı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, sivil toplum teşkilatı başkanı ve bir eğitimci olarak dikkatinizi bir konuya çekmek istiyorum. 20. Yüzyıl sonlarında dağılan Sovyetler Birliğinden bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyetinde yaşanan talihsizlikler ve ağır ekonomik şartlar, geçmişiyle ve bu günüyle bir parçamız olan kardeşlerimizin bir kısmının o yıllarda ülkemize turist olarak gelmeleri sonucunda, burada çalışmak ve çoluk çocuğuna ekmek götürme arzusu ile burada çeşitli işlerde izinsiz çalışmışlar ve bu güne kadar da böyle devam etmiş. Bölünmüş aileler zamanla çocuklarını da buraya getirmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin ve insanlarımızın kardeşlik duygusuna sığınmışlardır. Ailesiyle yaşam mücadelesi içinde olan kardeşlerimiz, kendi yurtlarına gidip gelemedikleri için pasaportları işlevini yitirmiş, neredeyse bir kuşaktır bizimle birlikte yaşamın kıyısına tutunmuşlar. Asıl korkunç olan, bu ailelerin çocukları okulsuz ve eğitimsiz geçirdikleri yıllar yıllara eklenmiş ve bu güne kadar böyle belirsizlik içinde gelmişler. Bu durumda olan ve 22 yıldır eğitimden uzak kalan bu çocuklarımızla bağlı ne yazık ki hiç kimse hiçbir şey yapmamıştır. Şu anda bu pozisyonda olan binlerce aile ve onların onbinlerce çocukları var. Çocuklar büyümekte ve birer yetişkin olmaktalar, yuva kurmaktalar. Ancak, Azerbaycan'dan olsun, buradan olsun evliliklerini resmileştiremiyorlar. Bu evlilikten doğan çocuklar yıllardır kimlik alamıyorlar, kimliksiz,eğitimsiz ve vatansız yaşamlarına devam etmekteler.pasaport süreleri geçtiği için ülkelerine dönemiyorlar, dönecek olsalar, cezalı durumda oldukları için yurtdışına çıkış yasağına maruz kalacaklar. Aileleri burada, onlar orada, bölünmüş aile dramları yaşanmaktadır. Sırf bu yüzden, gerçekte var olan, resmiyette olmayan on binden fazla eğitim alamayan çocuklarımız, geleceğimiz dediğimiz "BİZİM ÇOCUKLARIMIZ" var. Sayın Cumhurbaşkanım, bizlerin geleceği olan bu çocuklarımızın eğitimsizliği, bu milletin eğitimsizliği demektir. Geleceğimizin mahvı demektir. Cehaletin hükümran olması demektir. Yarınlarımızın kararması demektir. Çağdaş dünyada yerimizi alamayışımız demektir. Sanırım, "Boraltan Köprüsü" hikayesinden çok daha ağır bir faciayla karşı karşıyayız. O hadiseye duyarlı davranışınız kadar bu konuya da sessiz kalmayacağınızı düşünerek bu yazıyı kaleme almış bulunmaktayım. Ne yazık ki bir çok mercilere yapmış olduğumuz başvurularımız cevapsız kalmış, gerekli ilgiyi gösteren olmamıştır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti olarak, uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine imza koymuşuz. Şu anda uluslararası mahkemelere bu konuda bir müracaat olsa, bu çocukların eğitim hakkının ihlali demektir ki bunu öz kardeşimize değil, herhangi bir millete mensup olan çocuğa da yapmış olsak, yükümlülüklerimizi yerine getirmediğimiz için mahkum edilebiliriz. Bunun için, Türkiye Cumhuriyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti ortak bir komisyon oluşturarak, onbinlerce çocuğumuzun bu problemini çözme büyüklüğünü göstereceği ümidi ile son çare olarak derdimizi sizlere iletmekten başka çare kalmamıştır. Konuya gereken duyarlılığı göstereceğinize olan inancımızla sözlerimi noktalıyor, saygılar sunuyorum.

May 5, 2016 3:55

Azerbaycan’da büyük bir çoğunluk M.K.Atatürk’ün, “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !” sözü ile bütünleşmiştir

Azerbaycan, Binlerce yıllardan süzülüp gelen değerlerimizin mayalandığı coğrafyadır.Buradan sizlere derin bir tarih dersi geçmek niyetinde değilim. Türk dünyasının merkezi diyebileceğimiz bir konuma sahip Azerbaycan, Türklerin milletleşme sürecinin öncelerine kadar uzanan bir Türk geçmişine sahiptir. MÖ. 3000 yıllarında Proto Türkler denilen zamanlarda, yani Türklerin henüz milletleşme sürecini tamamlamadığı dönemlerde de öntürkler olarak bilinen topluluklar dönemlerinin izini burada görmekteyiz. Çok değerli Kadim Türk Tarihi prof. Firuddin Ağasıoğlu hocamızın bu konuda çok derin bilgi ve belgelere dayanan 9 ciltlik araştırma kitabından sanırım yeterince yararlana biliriz. Azerbaycan coğrafyasında Türk izleri 5000-6000 yıllık geçmişi ile bu güne kadar gelebilen kayaüstü resimleri ile Türk tarihine ışık tutmaktadır. Yakın tarihimize gelecek olursak: Edebiyatımızın başlangıç noktalarından biri yine bu coğrafyadır. Dedekorkut'un birçok hikayesi bu coğrafyada geçmiştir. Emir Timur döneminden sonra, oğulları arasında pay edilen imparatorlukta, Azerbaycan coğrafyası İlhanlılar Devlenin topraklarıdır. İlhanlıların da zayıflaması sürecinde Atabeyler ve İldenizler dönemi vardır . Karakoyunlular ve Akkoyunlulardan sonra ise Sefaviler ve kısa bir süreliğine Avşarlar dönemi ve de Gacarlar dönemi yaşanmıştır. Sefaviler döneminde Azerbaycan'ın tamamı sefavi toprakları içindedir. Batısında Osmanlı İmparatorluğu, kuzeyinde ise çeşitli Türk hanlıkları yaşamaktaydı. Bölgedeki Türk hakimiyetleri kendi aralarında çatışmalarla zaafiyetler yaşadığı sırada daha kuzeyde küçük Rus kinyaslığı topraklarını genişleterek çarlık seviyesine geliyor ve kuzeydeki Türk hanlıklarını topraklarına katarak güneye doğru ilerlemekteydi. Ne yazık ki bu sırada Dünyanın iki güçlü ordusuna sahip Osmanlı ve Sefavi Türklükleri ise güçleri ile birbirlerini kırmakla meşguldüler. Bu savaşlardan sonra Sefavilerin zaafiyet yaşaması sonucu yine bir başka boy olan Avşarlar idareyi ellerine geçirmiş, akabinde onlardan da Gacarlar sülalesi Azerbaycan'ın da içinde bulunduğu hanedanlığı yönetmeğe başlamışlardı. Bu sırada kuzeyde her geçen gün gücünü artıran Rusya çarı l. Petro, namı diğer "Deli Petro" sıcak denizlere inme stratejisini ortaya atmıştır. O günden sonra Azerbaycan'ın istilası başlamıştır. O sıralarda, Azerbaycan'da Hanlıklar dönemi yaşanmaktadır ve hanlıklar kendi aralarında birliklerini kaybetmiştir. Rusya'nın birbirlerine düşman olmalarından yararlanarak, hanlıkları birer birer işgal etmesi sahneye konulmuştur. Bu durum karşısında Gacar Hanedanlığı Rusya'ya savaş açsa da 30 yıl boyunca savaşlar sürmüş ancak Ruslar Azerbaycan'ın kuzeyini işgal etmişlerdir. Aras Nehrinin kuzeyinde kalan, başta Derbent olmak üzere,Gence Hanlığını, Revan Hanlığını, Nahçıvan Hanlığını işgal etmiş ve 1813 yılında Gacarları Gülistan Anlaşmasına zorlamış, ilk kez Azerbaycan ikiye bölünmüş, kuzeyi Rusların, Güneyi ise Türk asıllı Gacarların hakimiyetinde olmuştur. 1828 yılında Türkmençay Anlaşması ile bu sınırlar tekrar teyit edilmekle kalmamış Ruslar, Azerbaycan'ın kuzeyine Türk ve müslüman olmayan yabancı unsurları yerleştirme planlarını hayata geçirmeğe başlamışlardır. Bu plana talip olan halk ise asırlarca içimizde yaşayan Ermenilerden başkası değildi. Başta Revan olmak kaydı ile Karabağ'a ve diğer bölgelere Ermenilerin ayrıcalıklı olarak yerleştirilmeleri, vergiden muaf tutulmaları, hazine arazilerinin onlara peşkeş çekilmesi, idarede onlara öncelik verilmesi, vs... Türklüğü o topraklardan atma çalışmaları 200 yıldır devam etmektedir. Bu çalışmaların son halkası da ne yazık ki Karabağ'da yapılan katliamla gerçekleşmiştir. Rusların 19. Yüzyılın ikinci yarısında doğuyu sağlama almasından sonra batıda Osmanlı Topraklarına yönelmesi ile Balkanlarda milliyetçilik akımlarından yararlanma isteği başta Azerbaycan olmak üzere, Kırım, Kazan ve diğer Türk ve müslümanlarda da milli bilincin yükselmesine sebep olmuştur. Hatta, milli kimlik bilinci yani Türkçülük, Azerbaycan'dan başlayarak Kırım ve Balkanlardan Osmanlı topraklarına girmiştir.Bu çalışmaların öncülerinden olan Ali Bey Hüseyinzade, Türk Ocaklarının kurucusu olarak bilinir. Türklerin kendi aralarındaki çatışmalardan en yüksek seviyede Ruslar yararlanmış ancak uzun yıllar süren Türk-Rus savaşları Rusları da zaafiyete düşürmüş, sosyal patlamalar yaşanmaya başlayınca, bundan istifade etme arzusunda olan Türk toplulukları da kendi geleceklerini ve bağımsızlıklarını kazanma yoluna gitmişlerdir. 20 Yüzyılın başlarında Osmanlı Devletinin Avrupa devletleri ve Rusya tarafından zayıflatılması sıralarında Azerbaycan'da Osmanlı Türklüğü ile ilişkiler kurulmaya başlamış ve iletişim yoğunlaştıkça, milli birlik düşüncesi de güçlenmiştir. Rusya'da çarlık rejiminin devrilmesi yıllarında, ortaya çıkan belirsizlikten, Azerbaycan coğrafyasında da Türk kimliği kendini göstermeğe başlamış, ne yazık ki bir taraftan Rusya, diğer taraftan İngiltere, Ermenileri destekleyerek Anadolu'dan başlattıkları Türk katliamlarını, Azerbaycan'da çok daha vahim bir şekilde uygulamaya koymuşlardır. Tüm bu gelişmeler karşısında, l. Dünya Savaşını kaybettiğini anlayan Osmanlı Devleti son bir çaba ile, elinde savaşlardan kalan sınırlı bir güçle, Kafkas İslam Ordusu adı altında bir orduyu doğuya, yani Azerbaycan'daki katliamların karşısını almak için harekete geçirmiştir. Bu ordu Azerbaycan'a intikal edinceye kadar, Rusların ve İngilizlerin silahlandırdığı Ermeniler, silahsız halktan yüz binlerle ifade edebileceğimiz sayıda insanımızı katletmişlerdir. Kafkas İslam Orduları, Azerbaycan'da Ermeni katliamlarının önünü kesmekle kalmamış, Ermenilerin düzenli ordularını dağıtmış, henüz çok güçlenmemiş olan kızıl orduyu da yenmiştir. Bakü petrollerini elinde tutan İngiliz kuvvetleri de geriye çekilmek zorunda bırakılmış ve Azerbaycan'ın bağımsızlığı teminat altına alınmıştır. 28 Mayıs 1918 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Halk Cumhuriyeti Türk ve İslam dünyasının ilk cumhuriyeti ünvanını almış, 23 aylık bağımsızlığında çok önemli bir yol almıştır. Çok yüksek seviyede aydınlara sahip olan Azerbaycan'da eğitim, sanat ve bilim kısa sürede uzun mesafeler kat etmiştir. 28 Nisan 1920 tarihi itibarı ile Kızıl ordu tarafından işgal edildiği zaman lider kadrolarını ve bir çok aydınını kaybetmekle birlikte yapabilecekleri çok fazla bir şey yoktu. Tam o sıralarda Anadolu'da Mustafa Kemal önderliğinde başlamış olan Milli Mücadeleye maddi ve manevi büyük katkıları olmuş, ruhen Anadolu Türklüğü ile adeta bütünleşmiştir. 70 yıllık sovyet esaretinde her fırsatta milli düşünceli aydın ve lider kimlikleri katletmiş olmasına rağmen, yine ağır bedeller ödeyerek bağımsızlığını almış olan Kuzey Azerbaycan'da bu gün milli kimlik bilinci çok yüksek seviyede mevcuttur. Türkiye Cumhuriyeti ile "Bir ananın iki oğlu" gibi geleceğe doğru yürümek arzusundadır. Azerbaycan'da büyük bir çoğunluk Mustafa Kemal Atatürk'ün, "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !" sözü ile bütünleşmiştir.      

May 5, 2016 3:49

EMPERYALİZMİN HER YÜZYILDA BİR MAŞASI VARDIR!

Dünya tarihinde insanlığın var olması ile birlikte çatışma ve savaşlarda var olmuştur. İlk insandan, bu güne kadar güce dayalı çatışmalar her devirde sürüp gelmiştir. Bilimin insan yaşamına girmesi ile birlikte, onun dallarından biri olan siyaset bilimi de toplumların yönetilmesinde önemli roller oynamıştır. Bunun yanına sanayileşmenin de eklenmesi ile birlikte hammadde darlığı çeken gelişmiş ülkeler gelişmemiş olan ülkelerin ellerinde bulunan hammadde kaynaklarını kullanmanın yollarını araştırmış ve mevcut bölgede bulunan aykırılıkları kullanmaya başlamıştır. Bu aykırılıkların başında gelen de milli ve ya dini motiflerdir. Bazen gelişmemiş toplulukların milli kimliklerinden, bazen de dini inançlarından istifade etme yoluna gitmişlerdir. Bazen öyle bir hal almıştır ki din içerisinde mezhepsel ayrışımlara kadar indirilmiştir. Bizim coğrafyamızda da bunun tarihi süreç içinde sık sık yaşandığı görülmüş ve bölgenin gücü pozisyonunda olan Türk devletlerine sözü edilen emperyal güçler her fırsatta, kendi içinden birilerini kullanarak emellerine ulaşmışlardır. 17. ve 18. yüzyılda bu konuda Osmanlı varlığına karşı, en etkili çalışan İngilizler ve sonrasında Ruslar olmuştur. İngilizler öncelikli olarak milliyet ayrımları ile Osmanlının Araplarını ayrıştırma çalışmalarında bulunmuş ve bununla Arabistan’daki enerji kaynaklarını kendi lehine kullanma arzusunu gerçekleştirmiştir. Bu durum karşısında geç kalan Almanya da Osmanlı üzerinden bu kaynaklara ulaşmaya çalışmış ve 1. Dünya Savaşı da bu yüzden çıkmıştır. Tüm oyunlar ve çekişmeler Osmanlı ve dolayısı ile Türk yurdu üzerine yıkılmıştır. yine 18. Yüzyılda Rusların sıcak denizlere inme ve genişleme arzusu, bölgede Türklerle birlikte yaşamakta olan Ermenilere el atmıştır. Ermenileri de Osmanlıya karşı yüz yıl boyunca Ruslar kullanmış ve 19. Yüzyıl başlarında Ermeniler, pastadan pay kapmak isteyen tüm emperyal güçlerin maşası olmuştur. Nihayetinde Osmanlı coğrafyasında dağınık halde yaşamakta olan Ermenileri , Azerbaycan'ın batısına doğru göç ettiren ve yerleştiren, 20. Yüzyılın başında da onları silah bakımından destekleyen ve bir çok toplu katliamları yaptıran da yine aynı güçlerdir. O bölgede katledilen Türklerin sayısı bölgede yerleştirilen ve yaşamakta olan Ermeni sayısının iki katı kadardır. Savunmasız haldeki halk katliamlardan kurtulmak için bölgeyi terke zorlanmış, acımasız ve vahşiliklerden çoluk-çocuğunu kurtarma derdi ile Anadolu’nun içlerine doğru göç ettirilmiştir. Nihayetinde bir oldu bittiye getirilerek, binlerce yıllık Türk yurdunda bir Ermenistan devleti var edilmiştir. 20. Yüzyılda ise emperyal güçlerin bölge üzerinde yine oyunlarının bir parçası olan bu kez ne yazık ki Kürtler olmuştur. Kürtler üzerinden bölgenin değerlerini sömürme arzusunda olanlar Kürt kartını ortaya sürmüşlerdir. Ancak, başrol oyuncusu değişmiş İngiltere'nin yerini Amerika almıştır. O, Amerika ki 2. Dünya Savaşının galibi ve müttefiklerinin kurtarıcısı olmuş, dolayısı ile İngiliz siyasetini biraz daha geliştirerek 21. Yüzyıla uygunlaştırmıştır. Geçmişte yapılanlardan farklı olan denge politikası çerçevesinde pastayı pazarlık usulü ile paylaşmaya başlamışlar. Bu pazarlık masasının etrafında olanlar, başta Amerika olmakla birlikte, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin ve gücü nispetinde diğerleri olmuştur. Günümüzde de bu oyun bizim üzerimizden devam etmektedir. Günümüzde masada var olan, paylaşılmakta olan, ekseriyeti Türklerin yaşamakta olduğu coğrafyadır. 21. Yüzyılın maşası ise ne yazık ki ağırlıklı olarak, tarih boyu kader birliği ettiğimiz Kürtlerdir.  

May 5, 2016 3:40

TARİHİ DEĞERLERİMİZİ GÜREŞTİRMEYİ BIRAKIN !

Değerli dostlar, yıllardır Azerbaycan Kültürüne aidiyet duyanlar arasında değerlerimizi güreştirmeyi adet edinenler vardır. Bir tarafta Azerbaycan'ın iç siyasetinde keskin duranlar, diğer tarafta değerlerimiz üzerinden rant peşinde olanlar, bir de çatışma arasında kalmış sessiz çoğunluk... Azerbaycan'ın bu kritik günlerinde hala milleti kutuplaştırmaya çalışanları gördükçe isyan etmemek mümkün değil. Bazı zavallılar bilmezler mi ki, yaltaklanmak ve yalakalık yapmak erdem değildir? Acaba bilmezler mi hakikatler bu gün inkar edilse de tarih sürecinde er-geç yerini bulacaktır. Benim anlayamadığım bir şey de var; halkın içinden sıradan ve cehaletin pençesinde olanlar hata yapabilirler. Hatta o zavallılar çıkarları için inandıkları doğruları da rahatlıkla inkar edebilirler. Çıkarları için söyledikleri yalanlara bir süre sonra kendileri inana bilirler. Onlara sözüm yok, adı üzerinde "CAHİL"dirler.Ancak; kabullenmediğim şey, adının başına alim veya akademik gibi taltif edici sıfatlar konulmuş! topluma rehber olarak görmemiz gerekenlerin cehaletini anlamak mümkün değil. Korkunç olan ise bu insanların, yanlışta ısrarcı olmaları ve bilineni inkâra gitmeleridir. Emin olduğum bir şey de o kişilerin tarihte asla isimleri olmayacak ya da olsa bile haklılıkları ile anılmayacaktır. "Kraldan beter kralcı olmak!" deyimi onlar için söylenmiş olmalıdır. Yaşına-başına hürmet ettiğimiz bazıları, bizim hürmetimizi suistimal ederek, yanlışlarında ısrar etmekle kalmayıp, bizlere suçlayıcı davranarak saygınlıklarını her geçen gün biraz daha yok etmektedir. Bizler inandığımız değerler silsilesinde yaşama arzusunda olanlar; hiç kimseye iltifat etmeğe, yaltaklanmaya gerek duymadan yaşam mücadelesinde olanlarız. Kimseden asılı olmadan yaşama arzusunda olanları karalamak, yıpratmak adına enerjisini harcayanlardan değiliz. Kimselerden korktuğumuzdan çekindiğimizden değil, bunun erdem olduğunu idrakimizden, millete olan sadakatimizdendir. Tüm bunları anlatmamın sebebi, geçtiğimiz günlerde bir programda yaşadığımız tatsız bir olayla ilgilidir. Azerbaycan'dan ve Türkiye'den değerli sivil toplum örgütlerinin ortaklaşa yaptığı bir projenin açılışında Azerbaycan ve Türkiye bağımsızlık Marşları okunacaktı. Her zaman izleyicilerin marşlarımıza eşlik etmesinde, Türk vatandaşları Azerbaycan Marşı'nın okunmasında, Azerbaycan vatandaşları da İstiklal Marşı'nın okunmasında zayıf kaldıkları için bir broşür yaptırmıştık. Beş yıldır programlarımızda bu broşürleri dağıtmaktayız. Bu güne kadar bu konuda bir çok insanımızın da taktirle karşıladığı bu olay, yine bir program öncesi broşürü dağıtmamıza, sözde bir akademisyen tarafından anlamsızca tepki gösterilmiştir. Neymiş efendim; Broşürümüzün kapağında İstanbul Azerbaycan Kültür Evinin sembolü olan köprünün bir ucunda Azerbaycan bayrağı, diğer ucunda Türk bayrağı asılıdır. Türk bayrağının arka planında kurucu Mustafa Kemal Atatürk'ün resmi, Azerbaycan bayrağının arka planında da kurucu Mehmet Emin Resulzade'nin resmi konulmuştur. Akademisyen dediğimiz bu zat, tepkiyle salonu terk etmiştir. Nedenini sorduğumda : Bu kapakta Mehmet Emin Resulzade'nin resminin konulmaması gerektiğini, O'nun yerine Haydar Aliyev'in resminin konulması gerektiğini söylemiştir. Bizlerin bunu yapmakla maksatlı hareket ettiğimizi, Azerbaycan siyasetine zarar verdiğimizi söyleme gafletinde bulunmuştur. Gaflet diyorum çünkü, profösör olmuş birisinin bunu bilmeyeceğini düşünemiyorum. (Gerçi bir sohbetimiz sırasında, "Sovyetler Birliği dağılmadan öncesinde biz, Türk olduğumuzu bilmiyorduk!" cümlesini de kendisinden duymuştum.) Rahmetli Haydar Aliyev'in defalarca Azerbaycan Halk Cumhuriyeti'nin kurucusunun Mehmet Emin Resulzade'dir dediğini hepimiz biliyoruz ve kayıtlarda da mevcuttur. Şu anda yattığı yerden başını kaldırsa ve böylesine samimiyetsiz ve de yaltakça söylemleri duysa, hareketleri görse, O kendine özgü yüzündeki acıyan gülüşü görürsünüz. Haydar Aliyev için Azerbaycan'ın siyasetinde, kalkınmasında, tarihi sürecinde inkâr edilmez yeri vardır. Nasıl ki Ebulfez Elçibey'in Azerbaycan Tarihi'nde inkâr edilemez yeri varsa, Mehmet Emin Resulzade'nin kuruculuğu ve yeri de inkâr edilemezdir. Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecinin başlangıcı, Elçibey ile gerçekleşmiş, dengeli politika, ekonomik kalkınma, dünyayla bütünleşme Haydar Aliyev'le hayata geçirilmiştir. Azerbaycan Tarihinde çok önemli yer tutan bu liderlerin her biri ayrı değer ve öneme sahiptir. Birini diğerinin önüne koymak, birilerini yok saymak büyük haksızlık olacaktır. Ama tartışılmayacak bir gerçek var ki, Azerbaycan'ın kurucusu Mehmet Emin Resulzade'dir. yukarıda da iifade ettiğimiz gibi her birinin ayrı bir yeri ve sıfatı vardır. Allah her birini emekleri ve millete verdikleri hizmetleriyle değerlendirsin, mekanları cennet olsun. Nur içinde yatsınlar. Benim asıl üzüntüm, bu değerlerimizi kendi emellerine kalkan olarak kullan ve hainlik yapanlar karşısında toplumumuzun sessizliği ve üç maymunu oynamasıdır. Bu günden başlayarak, değerli devlet adamı Haydar Aliyev'i sevdiklerini iddia edenler gerçekleri olduğu gibi anlatarak, O'nun saygınlığına gölge düşürmesinler. Saygılarımla Hikmet ELP...

May 5, 2016 2:49