Bu sözün derinliğini anlayabilecek kadar olgun düşünceye sahip miyiz ? Yetkililerimiz her görüştüklerinde, bu sözün dillerde pelesenk olduğunu görüyoruz. Bu söylem, gerçekten toplum ve millet anlayışında hayata geçirildiği zaman, milletin bütünlüğüne açılan kapı gibi görünmektedir. Elbette, bu duygu eyleme dönüştürüldüğü zaman karşısı alınamayacak bir enerjiye dönüşebilecek bir güce sahip olur. Ulusal anlamda her iki devletinde geleceği açısından çok önemli bir yer tutmakta olan altın değerindeki bu sözün sadece söylemde kalmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Geçtiğimiz yıl bir program çerçevesinde Halkalı semtinde bulunduğum sırada gördüğüm ve şahidi olduğum bir olay karşısında inanılmaz bir şok yaşadım ve sarsıldım. Halkalı’da bizim insanlarımız, yani Azerbaycan vatandaşı olan, “milletimiz” dediğimiz büyük bir kitlenin yaşadığını öğrendim. Her birinin oraya geliş hikâyesinin olduğuna hiç şüphem yok. Ancak, temelde herkesin geliş amacı aşağı-yukarı aynıdır. Bir şekilde yurdundan-yuvasından kopup gelen bu insanlarımızın tek derdi, bir parça ekmek ve geçim derdidir. Azerbaycan’da yaşadığı hayatın yetersizliğini gerekçe göstererek, kardeş yurdunda nasibini aramaya kalkışmış ve kimisi 5 yıl, kimisi 10 yıl, kimisi de 20 yıldır Türkiye’de-İstanbul’un çeşitli semtlerinde, hatta başka şehirlerde yaşam kavgasına koşulmuşlardır. Bazıları ailesi ile buralara geldiği zaman çocukları 7-8 yaşlarındaymış. Bu gün ise o çocuklar, büyümüş, evlenmiş, aile kurmuş, çoluk-çocuğa karışmışlardır. Elbette olmalıdır, bizim gibi komşu ülkelerdeki problemleri kendi problemi gibi gören, onların vatandaşlarına kol-kanat geren her zaman komşusuna kucak açan bir ülke, elbette kardeşine de kucak açmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti olarak ve Türk insanı olarak daima çevremize karşı duyarlı olan bir milletin evladı olmaktan gurur duymuşumdur. Sizleri hamaset nutukları atarak yormak istemiyorum ve konunun özüne gelmek istiyorum. Ağırlığı Nahçıvan olmak üzere, Azerbaycan’ın birçok bölgesinden buraya gelmiş olan, bu insanlar yaşama tutunmaya çalışırken, geçim derdiyle çok zor şartlarda yaşam mücadelesi verirken, pasaportlarının süresi geçmiş ve yıllarca bu ülkede “KAÇAK” olarak yaşamışlar. Çocuklarını evlendirmişler, pasaportlarının süresi dolduğu için resmi evlilikleri yapılmamış ve gayrı resmi bir evlilikle yaşamaktadırlar. Onların çocukları olmuş nüfus kayıtlarını alamamışlar. Nüfus kayıtları olmayan çocukların okul yaşları gelmiş ve okullara alınmıyorlar. 12 yaşına gelmiş çocuklar eğitimsiz olarak geleceği adımlamaktadırlar. Şu anda sadece İstanbul’da bu durumda olan binlerle ifade edebileceğimiz çocuklarımızın varlığı beni dehşete düşürmektedir. Bu çocuklar milletimizin geleceği ve yarınlarıdır. Geleceğimizi kendi ellerimizle karattığımızı söylemeye bilmem gerek var mıdır? Bu durumun sorumlularının öncelikli olarak, ailelerinin olduğunu söyle biliriz. Bu konuda ailelerin yerine kendimizi koyarak “EMPATİ” yapalım. Öncelikli olarak çocuklarımın karnının doymasını sağlamaya çalışırım. Bunu meşru zeminde yapamıyorsam, gayrı meşru zeminde yapmaya çalışırım. Eğitimini ikinci sırada düşünmeye başlarım. Şayet, resmi şartlar beni işimden, çocuklarımı aşından edecekse kanunlara uygun davranmamı kimse beklemesin… Bu noktada ne yapabilirim: Örgün eğitime müracaat ettiğim zaman benden kayıtlar istendiğinde, kayıtsız olduğunu söylersem, eğitime alınmıyor. Azerbaycan’a gidip kayıt yaptıracak olsam, pasaportumdaki zaman aşımından dolayı bir daha beni yurtdışına çıkarmayacaklar. Böylece, buradaki işimi de kaybetmiş olacağım. Çocuklarım ekmeğe muhtaç olacaklar, perişan olacaklar. “İyisi mi, ben işimi, çocuklarım aşını kaybetmesin, gerisi Allah Kerim…” 21. Yüzyılda, böyle bir olumsuzluk karşısında, her iki ülkenin yaptığı ne var? “ Her iki devletimiz el ele vermiş, çocuklarımızın geleceğini karatmaktadır.” Üzülerek söylemeliyim ki bu çocukların ana-babası kadar her iki devlet yöneticilerimiz de sorumludur. Her iki ülkemiz de uluslararası anlaşmalara imza koymuştur. Sınırları içerisinde yaşamakta olan ve eğitim yaşındaki her çocuğun eğitim hakkından sorumludur. Yetkililerin derhal bu duruma el koyması ve gereğini yapmasını bekliyoruz. Gelecek eğitim dönemine kadar bu konuda gerekli çalışmaların yapılması ve geçte olsa hataların düzeltilmesini beklemekteyiz. Özellikle; Türkiye Cumhuriyeti tarafı olarak, çocukların geçici de olsa kayıt altına alınarak eğitimden mahrum bırakılmaması gerekir. Aksi takdirde “İki devletimiz el ele vermiş bu milletin geleceğini mahvediyor…” Kanaati ve düşüncesi bizlerde oluşmaya başlayacaktır. TÜRKİYE'DE YAŞAMAKTA OLAN ÇOCUKLARIMIZLA İLGİLİ YAPILABİLECEK NELERDİR? Türkiye'de kaçak yaşamakta olan ailelerin çocuklarıyla ilgili öncelikli olarak Azerbaycan Cumhuriyeti'nin adımlar atması gerekiyor ki onların süresi geçmiş pasaportlarının yenilenmesi gerekmektedir. Bu konuda , Türkiye'de yaşamakta olan aileler topluca Azerbaycan'a giriş yapacak olsalar, Türkiye'den çıkış yaparken kalma süresini geçirdiği için onların adları kayıt altına alınarak, tekrar Türkiye'ye girişlerine problem olacak diye ülkeden çıkmaktan korkuyorlar. Bu aileler yıllardır buradaki yaşamın içindeler ve aşını-ekmeğini kazanacak bir ortamı bulmuş ve yaşamaya çalışıyorlar. Söz konusu problemler,sadece onların değil, bu milletin geleceğinin problemleridir. Bunu nasıl çözebiliriz? 1-İki ülke arasında bu problemle bağlı görüşmeler yapılır ve bir komisyon kurulur, komisyon da bu sıkıntıdan kurtulmak için aşağıdaki yol haritasına uygun hareket ederek, sonuca gidilir. 2- Azerbaycan Cumhuriyeti içişleri Bakanlığından bir veya iki eleman göndererek Azerbaycan-İstanbul Konsolosluğu bünyesinde o ailelerin tüm elemanlarının pasaportlarını yenilenmesi- düzenlenmesini sağlamak. 3- Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı da onların bu güne kadar (KAÇAK) cezalı durumunu kaldırarak , söz konusu para cezasını bir defaya mahsus affetmeli ve aileler için oturum vermelidir. 4-Tüm bu problemler halledildikten sonra, çocukların okullarda eğitime katılmaları için resmi müracaatlar yapılmalı ve eğitime katılmaları sağlanmalıdır. 5-Hatta, gerekirse, Türkiye'de İstanbul başta olmak kaydı ile Azerbaycan vatandaşı hakkına sahip olan ailelerin çocuklarının Azerbaycan eğitim sistemine uyqun "Azerbaycan Okullarının açılması için gerekli olan yasal girişimlerin yapılması ve sonuçlandırılması. Tüm bunların olmaması durumunda, İstanbul Azerbaycan Kültür Evi olarak, bizler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet etmek zorunda kalacağız. Zorunluluktan bunu yapmak istemiyoruz çünkü, kendi ayağımıza kurşun sıkmak istemiyoruz. Ancak; unutulmamalıdır ki bu çocuklar bizim geleceğimizdir. Geleceğimizin cehaletin ellerine teslim olmasını asla kabul edemeyiz. Hikmet ELP İstanbul Azerbaycan Kültür Evi Başkanı Sayın Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına Azerbaycan asıllı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, sivil toplum teşkilatı başkanı ve bir eğitimci olarak dikkatinizi bir konuya çekmek istiyorum. 20. Yüzyıl sonlarında dağılan Sovyetler Birliğinden bağımsızlığını kazanan Azerbaycan Cumhuriyetinde yaşanan talihsizlikler ve ağır ekonomik şartlar, geçmişiyle ve bu günüyle bir parçamız olan kardeşlerimizin bir kısmının o yıllarda ülkemize turist olarak gelmeleri sonucunda, burada çalışmak ve çoluk çocuğuna ekmek götürme arzusu ile burada çeşitli işlerde izinsiz çalışmışlar ve bu güne kadar da böyle devam etmiş. Bölünmüş aileler zamanla çocuklarını da buraya getirmiş ve Türkiye Cumhuriyetinin ve insanlarımızın kardeşlik duygusuna sığınmışlardır. Ailesiyle yaşam mücadelesi içinde olan kardeşlerimiz, kendi yurtlarına gidip gelemedikleri için pasaportları işlevini yitirmiş, neredeyse bir kuşaktır bizimle birlikte yaşamın kıyısına tutunmuşlar. Asıl korkunç olan, bu ailelerin çocukları okulsuz ve eğitimsiz geçirdikleri yıllar yıllara eklenmiş ve bu güne kadar böyle belirsizlik içinde gelmişler. Bu durumda olan ve 22 yıldır eğitimden uzak kalan bu çocuklarımızla bağlı ne yazık ki hiç kimse hiçbir şey yapmamıştır. Şu anda bu pozisyonda olan binlerce aile ve onların onbinlerce çocukları var. Çocuklar büyümekte ve birer yetişkin olmaktalar, yuva kurmaktalar. Ancak, Azerbaycan'dan olsun, buradan olsun evliliklerini resmileştiremiyorlar. Bu evlilikten doğan çocuklar yıllardır kimlik alamıyorlar, kimliksiz,eğitimsiz ve vatansız yaşamlarına devam etmekteler.pasaport süreleri geçtiği için ülkelerine dönemiyorlar, dönecek olsalar, cezalı durumda oldukları için yurtdışına çıkış yasağına maruz kalacaklar. Aileleri burada, onlar orada, bölünmüş aile dramları yaşanmaktadır. Sırf bu yüzden, gerçekte var olan, resmiyette olmayan on binden fazla eğitim alamayan çocuklarımız, geleceğimiz dediğimiz "BİZİM ÇOCUKLARIMIZ" var. Sayın Cumhurbaşkanım, bizlerin geleceği olan bu çocuklarımızın eğitimsizliği, bu milletin eğitimsizliği demektir. Geleceğimizin mahvı demektir. Cehaletin hükümran olması demektir. Yarınlarımızın kararması demektir. Çağdaş dünyada yerimizi alamayışımız demektir. Sanırım, "Boraltan Köprüsü" hikayesinden çok daha ağır bir faciayla karşı karşıyayız. O hadiseye duyarlı davranışınız kadar bu konuya da sessiz kalmayacağınızı düşünerek bu yazıyı kaleme almış bulunmaktayım. Ne yazık ki bir çok mercilere yapmış olduğumuz başvurularımız cevapsız kalmış, gerekli ilgiyi gösteren olmamıştır. Oysa Türkiye Cumhuriyeti olarak, uluslararası çocuk hakları sözleşmelerine imza koymuşuz. Şu anda uluslararası mahkemelere bu konuda bir müracaat olsa, bu çocukların eğitim hakkının ihlali demektir ki bunu öz kardeşimize değil, herhangi bir millete mensup olan çocuğa da yapmış olsak, yükümlülüklerimizi yerine getirmediğimiz için mahkum edilebiliriz. Bunun için, Türkiye Cumhuriyeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti ortak bir komisyon oluşturarak, onbinlerce çocuğumuzun bu problemini çözme büyüklüğünü göstereceği ümidi ile son çare olarak derdimizi sizlere iletmekten başka çare kalmamıştır. Konuya gereken duyarlılığı göstereceğinize olan inancımızla sözlerimi noktalıyor, saygılar sunuyorum.