Başta Türkiye olmak kaydı ile tüm Türk ve İslam Dünyası adeta ateş çemberinin içinde kalmıştır. Dünyadaki Güçler bizim coğrafyamız üzerinden, bizlere karşı cereyanlar var edilmektedir. Geriye dönük son iki yüz yıllık tarihe baktığımız zaman, yürütülmüş tüm savaşlardan zarar görenler ekseriyet Türk ve İslam coğrafyasıdır. Hatta, ll. Dünya Savaşına girmediğimiz halde, savaştan yenik ayrılan ülkeler kadar tam bağımsızlığımızı kaybetme noktasına gelmişiz. 20. Asrın sonlarına doğru Balkanlarda yürütülen politikalar yine o bölgedeki Türk ve Müslüman nüfus üzerine oynanmış, aşama aşama katledilmiş ya da zorla göçürülmüştür. Tam o sıralarda Sovyet sınırları içerisinde yürütülmekte olan “Yeniden Yapılanma” adıyla Kafkasya’da kıyımlar başlamış, ne acıdır ki bundan en ağır darbeyi Azerbaycan-Karabağ bölgesi almış, milyonla insan ya katledilmiş veya yerinden-yurdundan edilmiştir. Bu gün Ortadoğu Bölgesinde yürütülen siyaset, “bizi bize kırdıran” siyasete çevrilmiştir.Türkiye Cumhuriyeti’nin etrafında, Balkanlar-Kafkaslar-Ortadoğu adeta “Şeytan Üçgeni”ni andırmaktadır. Tarih Boyu İslam sancaktarlığını yapan Türkler olmuş, Türkler güçlü ise İslam güçlü olmuş, bölge insanı huzur bulmuştur. Türk devletleri kendilerinin dışında tüm halkların hak-hukuklarının korunmasına önem vermiştir. Oysa bu gün, Küresel Güçlerin oyuncağına çevrilen bölge halkları, başta Araplar olmak kaydı ile birbirlerinin aleyhine politikaların birer parçasına çevrilmişlerdir. Bunun yanı sıra, Fars-şovenist siyaseti yapmakta olan İran İslam Cumhuriyeti de ne yazık ki bunun bir parçası olmuştur. Bu gün Türk Dünyasının kiblegâhı sayılan Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk sonrasında kuruluş kodlarından uzaklaşarak, başka bir boyuta geçmiş, “etken” politika ekseninden çıkmış-“edilgen” politikaların parçasına çevrilmiş, bölgede lider olma şansını uzun yıllar kaybetmiştir. Bu gün şayet tam bağımsız ve etken bir Türkiye olmak istiyorsa, çevresindeki “Ateş Çemberi”ni kırmalı, Küresel Güçlere rağmen bölgenin söz sahibi ülkesi olduğunu göstermelidir. Bu konuda ilk başlaması gereken nokta Karabağ problemi olmalıdır. Karabağ, Emperyal Güçlerin pazarlık masasının menüsü olmamalıdır. Kayıtsız-şartsız Azerbaycan toprağı olduğu, Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde hareket etmelidir. Bu konuda Azerbaycan da üzerine düşeni yerine getirmeli, Rus korkusundan kurtulmalı derhal Ermenistan’a ültümatom vermeli, gereğini yapmalıdır. Savaşla kaybedilmişse, yine savaşla da almalıdır. Eğer tüm bu şartları yerine getiremeyeceklerine inanıyorlarsa, Rus korkusundan kurtulamıyorlarsa; o zaman da aşağıda işlenilmiş olan alternatif yol izlenmeli, bölge ülkelerinin işbirliği ile Küresel Güçleri konu dışında tutarak, bölge problemlerini haletmeliler.
Nasıl mı? B planı diyebileceğimiz alternatifi ele alarak:
“Ermeni kuvvetleri 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecede Hocalı kasabasında, 83 çocuk, 106 kadın ve 70’den fazla yaşlı dahil olmak üzere toplam 613 kişiyi vahşice katletti.” sözünden kurtulmalıyız. Yukarıdaki şablon cümle, 26 yıldır dillerde pelesenk olmuş. Dünyaya yaşanmış olunan vahşeti, dar çerçevede anlatmaya ve gözler önüne sermeye çalışmak için didinip durmaktayız. Vahşetin gerçek boyutunu küçülten bu söylemin eksik bir söylem olduğunu düşünüyorum. Oysa günümüz şartlarını dikkate almadan bu konuda ne kadar anlatırsak, ne kadar işlersek sadece kendi duyarlılığımıza hitap etmekten başka bir sonuç elde edemediğimiz görülmektedir. Sesimizi ulaştırmak istediğimiz belli kesimler ve uluslararası sisteme hakim güçler, “üç maymun”u oynamaya devam edeceklerdir. Bilinmelidir ki, Birleşmiş Milletler ve Minsk Grubu tüm bu yaşananlara yabancı olmamakla birlikte, hukuki açıdan haklı olduğumuzu bilmelerine rağmen sessiz kalmaya devam etmektedirler. Dikkatinizi çekmek isterim ki, bazı dar düşünceliler, Ermeni Diasporasının gücünden geldiğini sanmaktadırlar. Evet, Ermeni Diasporası yüz yıldır Türk karşıtı bir propaganda yapmıştır ve yapmaya da devam edecektir. Çünkü Ermenilerin varlığı bu propagandaya dayalıdır, mağdur ve mazlum edebiyatından beslenmektedir. Bu suskunluk söz konusu güçlerin çıkarlarıyla örtüştüğü içindir ki, Karabağ bir sorun olarak kalmaya devam edecektir. Hatta bölge ülkelerinin onayı olmadan, silahla ve güce dayalı bir çözümün de söz konusu olmayacağı herkesçe bilinmektedir. Bu sorun sadece Azerbaycan’ın sorunu değil, tüm bölge ülkelerinin sorunudur. Şayet bu sorunun çözümsüzlüğü devam edecekse, bölge ülkelerinin hiç birine yarar getirmeyecek, tam tersine ülkeler ve halklar arasında sorunları çoğaltacak, düşmanlıkları körükleyecektir. Bu düşmanlıklar da sadece tarih boyu olmayan Ermenistan’ın bölgede varlığını tescillemeye yarayacaktır. Asırlardır bir arada yaşamakta olan halkların arasında derin çatışmalar var edilecektir ve dünyadaki batı güçleri olmak kaydı ile güç dengelerinin bir aracına çevrilmiş haliyle varlığını devam ettirecektir. Problem nasıl çözüme kavuşturabilir? İşte! Tam bu noktada bölge ülkeleri günlük şahsi menfaatlerini bir anlık kenara bırakarak, İran, Türkiye ve özellikle Rusya bölgeyi ateşe vermek isteyen batı anlayışının önünü kesmek için işbirliğine gitmelidir. Aksi takdirde sürdürülebilir olmayan politikalar bölge ülkelerini karşı karşıya getirecek bir manivelaya çevirebilir ve de söz konusu ülkelerin üzerinden kendi siyasetlerini yürütebilir. Dün Irak’ta, bu gün Suriye’de yürütülen politikaların hiç biri, o bölgede yaşamakta olan ülkelerin ve halkların geleceğine hizmet etmemiştir. Yarın için de Karabağ üzerinden yürütülecek olan programlar asla bölge ülkelerine hizmet etmeyecektir.
Polis Akademiyasına kursantların qəbulu başlayıb
2017-2018-ci tədris ili üçün qəbul şərtləri və qaydaları…
Buraxılış imtahanları iyunun 21-də keçiriləcək
“MİLLİ GEYİM GÜNÜ” layihəsinə start verildi
Heydər Əliyev – 93
İqtisad Universiteti 2018/2019-cu tədris ilinə yeniliklərlə başlayacaq
Без Шуша нет Карабаха, а без Карабаха нет Азербайджана…
Film Festival: “The fulfillment of the promise: Secrets of Vilnius”
Messi influenzato…
“Вниз по течению”…