II YAZI
Tebriz’e hakim yüksek, otantik, Türk motifleriyle dekore edilmiş bir restoranda yemeklerimizi yedikten sonra, tekrar Tebriz’e dönmek kaydı ile gece konaklamasını kaplıcalarıyla ünlü, turistik bir yerleşim olan Sareyn’de yapmak için yola koyulduk. Grubumuz, Azerbaycan gezisini de birlikte yapmış, birbirini tanıyan, çoğunluğu akademik seviyeli ve yüksek kültürlü, entellektüel insanlardı. Bu gezimizde bizlere rehberlik eden Tebrizli Muhammed kardeşimiz de Türk Tarih üzerine doktora yapmış, işsiz, bilgi-birikimli bir kardeşimizdi.
3-4 Saatlik yol boyunca birçok kontrolden geçiyorduk. Bir şehirden diğerine geçmek için, yol polislerine bilgi aktardıktan sonra devam etmek zorundaydık. Böylesine sıkı denetimlerin İran gibi bir ülkede olduğunu söyleselerdi inanmazdım, ancak bunu yaşayarak şahidi olmuştuk. Yolların yetersizliği, güzergahta geçtiğimiz ilçe ve kasabaların bakımsız ve de geçmişte kalan görüntüleriyle akşamın karanlığında ışıklandırma yoksunu olduğunu gördükçe, İran’ın zenginliğinin buralara yansımadığına şahit oluyorduk. Yol boyunca geçtiğimiz yerlerde birkaç benzin istasyonu gördük. Bu yerlerde ne mola ve dinlenme yapabilecek bir ortam vardı hatta; standartlara uygun bir tuvalet bile bulamamıştık. Tebriz’le duygusal buluşmadan sonra, yolculuğumuzda yaşadıklarımız beni tedirgin ediyordu. Bu gezimize katılanların keyif alması benim için çok önemliydi. İstanbul Azerbaycan Kültür Evinin misyonu, Azerbaycan Türk Kültürünün “GÜNEY” kanadını Anadolu insanına göstermek, İran tarafında kalan tarihi derinliklerine hep birlikte şahitlik etmekti. Ancak şunu söyleyebilirim ki, geçtiğimiz yerleşim birimleri nedendir bilmiyorum, bana daha önce görmüşüm hissini vermekteydi. Belki de parçalanmış Azerbaycan Coğrafyasının batısında, yani Iğdır’da doğmuş ve yaşamış olduğumdan olsa gerek, kültürel yaşam tarzıyla buralar bana yabancı değildi.
Tatil ve dinlenme beldesi diye bildiğimiz Sareyn’ e geç saatlerde varmıştık. Grubumuzun yorgun olduğu düşüncesi ile herkesin bir an önce dinlenmelerini temin etmek için, önceden ayrılan yerlerimize yerleştirmiştik. Sareyn, sade ve sıradan bir yerdi. Türkiye’de böyle bir yerin, turizm amaçlı çok daha iyi değerlendirileceğini, aklımdan geçirdim. Sabah erken kalkarak, oda arkadaşım emekli albay Ömer Karabiber’le otelin meşhur kaplıca hamamına gittik ve ortam sağlığa uygun, sade ve düzenli şartlarda dizayn edilmişti. Kahvaltıya geçtiğimizde arkadaşlarımız, birkaç kişi dışında kahvaltılarını yapmış ve kısa süreliğine yakın çevreyi görmek amacıyla, otel çevresini turlamaktaydılar. Zamanımız kısıtlı olduğu için burada çok zaman kaybetmek istemiyorduk. Bizim için gezimizin önemli noktalarından bir tanesi Erdebil’i görmekti. O Erdebil ki, Türk tarihinde önemli bir yere sahipti. Yine Türk kimliğinin vücut bulduğu, inanç boyutunun mayalandığı, Türklerin İslami anlayışının Ahmet Yesevî’den sonra, ikinci sentezi diyebileceğimiz, Şah İsmail Kızılbaşlığının doğduğu yerdir Erdebil. Orta Asya Türklüğü ile Anadolu Türklüğünün arasında, Tebriz’den sonra önemli geçitlerden birisidir. Anadolu Türkmen tayfaları asırlarca buradan beslenmiştir. İslam inancını, Türk gelenekleri ve töresi ile burada harmanlamıştır Şah İsmail.
40 Dakikalık bir yolculuktan sonra Erdebil’e varmıştık. Erdebil tarihte saklı kalmış,suskun ve vakurduruşuyla, boyun eğmez tavrıyla, adeta yeniden doğum sancılarını bekler gibiydi. Otobüsümüz bizleri Şah İsmail Hatayi’nin türbesinin ve dergahının önünde indirdi. Bu tarihi yapı çok geniş alanı kaplamaktaydı. Bir an Anadolu’da Selçuklu mimarisinin devamı diyebileceğimiz bu yapının, toprak üstündeki ihtişamından daha çok derinliğinin olduğunu düşündüm. Yaklaşık 500 yıllık tarihi olan dergâh orijinalliğini korumaktaydı. Dergâhın mimarisinin yanında, bahçesindeki mezarlıkta tarihten süzülüp gelmiş ve bugüne kadar doğaya karşı desteksiz, kendini muhafaza etmeyi başarmış görüntüsü vermekteydi. Şah İsmail, dedesi Şeyh Safiyüddin’den adını almış olan Sefavi Devletinin temellerini burada atmıştır. Ne yazık ki, Türk töresi ve gelenekleriyle, İslam’da Ehlibeyt merkezli inançla yoğrulmuş bu devlet, Türk devletleri sırasında görülmemektedir. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin temsil forsunda Türk olarak görülmeyen Sefavi Devleti, çok ilginçtir ki, İran İslam Cumhuriyeti ve ondan önceki Pehlevi Hanedanlığı tarafından, Türk olduğu için gereken değeri görmemiştir. Dergâhın içine girdiğimizde, camisinin iç mimarisi ve Şah İsmail makberesi, olduğu gibi geçmişten kopmamış, Selçuklu süsleme sanatının izlerini taşımaktadır.Kısacası Erdebil, tarihteki yeri ve adı büyük ancak, gelişmişliği adının gerisinde kalmış, %90 Türklerin yaşamakta olduğu önemli bir şehirdir. Türklük ve millî şuurdan nasiplenmek isteyen birisi mutlaka burayı görmelidir.