Dünyanın iki kutuplu sürecinden sonra “Qlobalizm” rüzgarına kapıldığı günümüze kadar geçen süre otuz yıla yaklaşmaktadır. O günlerde sönmeyen bir alevi andıran Azerbaycan sevgim, bu güne kadar ruhunu kaybetmeden süregelmektedir. Yine o günlerde sevdamız Azerbaycan’ken, bu gün yaşam felsefemize dönmüş durumdadır. Gençliğin en hararetli günlerinde bizler için kapalı kutuyu andıran Sovyetler Birliğinin dağılma sürecine şahitlik edenlerin, söz konusu dağılma sürecine katkı sunanların, yurt ve vatan kavramının Sovyetler Birliğinden sıyrılıp, Azerbaycan Cumhuriyetinde şehadete ve qazaya dönüşen insanlarımızın ve hatta dünyada nelerin olup-bittiğinin idrakinde olmayıp sessiz kalanların da, birçok konuda mahrum kaldığı bazı değerlerin yanı sıra, o günlerde sahip oldukları ancak bu gün uzağında kaldıkları değerlerin de var olduğunu söylemek mümkündür. Günümüzden yaklaşık yüz yıl önce, tüm imkansızlıklara rağmen bağımsızlık bayrağını Azerbaycan semalarına çekenlerin ikinci ve üçüncü kuşaklarının 70 yıl suskunluğundan sonra yeniden ayağa kalkması ve kimlikleri üzerinden atalarının ruhlarını şad etme arzusunda olanların duygu ve düşüncelerine zaman zaman şahit oluyor ve otuz yıl önceki heyecan ve coşkudan çok şey kaybettiklerine üzülerek şahit oluyorum Geçtiğimiz günlerde Bakü’den gelen bir dostumuzla sohbet ederken, ondaki umutların ve idealist fikirlerin sarsıldığını görmek, canımı haddinden fazla acıttığını ve yeterince beni sarstığını söyleyebilirim. Bir hal-hatır sordum; bin ah işittim desem yeridir. “Bizler vatan için her şeyimizi ortaya koyduk, hayatımızı mücadeleye adadık, Sovyetler gibi bir devi dize getirdik, deryayı geçtik, çayda boğulduk,” dedi. Neden böyle düşündüğünü, sorunca;”Azerbaycan Kültürünün yaşadığı tüm coğrafyamız paramparça, insanlarımızın bir yumruk olmaktan uzak olduğu, bir avuç ermeni elinde aciz kaldığımızı, geçimşimizi kaybetmekle kalmayıp-geleceğimizden umudunu kestiğini,” söyledi. Bu kadar karamsar olmaması gerektiğini söylediğimde ise; “Nasıl karamsar olmayayım? Sovyetlerin zamanında bizlerin ne gelecek kaygısı, ne çocuklarımızın geçim derdi, ne ev, ne iş derdimiz yoktu. Sadece bağımsız olmayan bir Azerbaycan derdimiz var idi. Bu günse, Ne çocuklarımın geleceğine umutla bakabiliyorum, ne ülkemin işgal edilmiş topraklarının geriye döneceğine inancım var, Azerbaycan’ın bağımsızlığına olan inancımı da kaybettim. Öyle ki, o zamanlar bir tek Sovyetlerin işgali altındaydık, yalnız onlara hesap veriyorduk. Oysa bu gün Qlobal bir sistemin pençesinde, vahşi bir kapitalizmin ayakları altında inim inim inlemekteyiz. Batısından doğusuna tüm dünyaya hesap vermekle mükellefiz. Otuz yıl bundan önce, bir kişinin maaşı 50 dolara karşılıktı ve bir aileyi iyi-kötü geçindirebiliyorduk. O günden bu güne işçi maaşı 70-80 dolara karşılık gelmektedir ve geçinmenin imkanı yoktur. Sıradan bir ailenin geçimini en azı beşyüz dolardan aşağı sağlayamazsınız. Bazen düşünmeden edemiyorum ki, Sovyet sistemine haksızlık mı ettik? hayatımızı ortaya koymamızın bedeli 20-30 dolardan mı ibaretti?” Yüreğinin vatan ve millet sevgisiyle dolu olduğuna inandığım bir adamın, böylesine korkunç bir düşünceye evrilmesine söylenecek söz bulamıyorum…
Polis Akademiyasına kursantların qəbulu başlayıb
2017-2018-ci tədris ili üçün qəbul şərtləri və qaydaları…
Buraxılış imtahanları iyunun 21-də keçiriləcək
“MİLLİ GEYİM GÜNÜ” layihəsinə start verildi
Heydər Əliyev – 93
İqtisad Universiteti 2018/2019-cu tədris ilinə yeniliklərlə başlayacaq
Без Шуша нет Карабаха, а без Карабаха нет Азербайджана…
Film Festival: “The fulfillment of the promise: Secrets of Vilnius”
Messi influenzato…
“Вниз по течению”…