Bu günlerde 20 Yanvar 1990 Bakü katliamının yıldönümünü zafer olarak ve şehitlerimizi de saygı minnet ifadeleriyle andık. Bir kez daha şehitlerimizin ruhu şad olsun. Uzun yıllar o gün yaşadıklarımızın travmasından çıkamamış ve matem gibi alqılamıştık. O gece verilen canlarımızın halkımıza bir zafer kazandırdığını uzunca bir süre sonra anlamaya başlamıştık. Millet tam da 20 Ocak 1990 yaralarını sarmaya çalışırken, bağımsız cumhuriyeti yola koymakla meşgulken, tarih boyunca piyonluk yapanlar yine yapacağını yapmış, Azerbaycan'ın bağrına-Karabağ'a saldırmaya başlamışlardı. Dünya-alem biliyor ki, bunu yapacak yürekleri yoktu ancak, birilerinin köpekliğini yaptıkları ayen-beyan ortadaydı. Masum ve savunmasız bir millete kadın, çocuk, yaşlı demeden katliamlar yapılıyordu. Aslında bu katliamlar insanlığa yapılmaktaydı, tecavüz insanlığın iffetine yapılmaktaydı. Böylesine vahşeti insanın insana yapacağını tahayyül bile edemezsiniz. Yaşanılan vahşeti anlatacak sözcüklerin kifayetsiz kaldığı, tekrarlarının yaşanıldığını yalnız, 20. Asrın başlarında yaşayanların torunları olan bizler biliyorduk. 26 Şubat 1992-Hocalı Soykırımı soysuzluğu görülmeyen boyutlara çıkarıyordu. Tarihe; canavarlaşmak bu olsa gerek, dedirten bir iz düşülüyordu. Dünyanın birçok yerinden gelen ve yaşanılmış olanları kendi gözleriyle görmüş olan medya mensuplarının kalemlerinden, aklın almayacağı, travmatik hadiselerin yayınlanması, kayıt altına alınması ve kısa sürede gündemden düşmesinin şahidi olmuştuk. Tüm bu olanlara anlam vermek mümkün değildi. Ortada deliliyle, sübutu ile var olan VAHŞETE rağmen dünyanın sessizliğini bizler de anlamamıştık ya da anlayamamıştık. 27 yıldır bunu tüm dünyaya ispatlamak için çırpınıp duran Azerbaycan'ı ne dünyanın güçlüleri, ne de "İNSAN HAKLARI HAVARİLERİ! duymaz-görmez-işitmezi oynuyorlardı. Yine bu güçlerden bir hakem heyeti oluşturuluyor; onlar da soğutma çalışmaları yapmakla meşguldüler. Onlar kimdi; Dünya'ya insanlık dersi veren ABD, tüm olanların müsebbibi Rusya, demokrasinin beşiği! Fransa, hakem heyetinin üyeleriydi. Sizlere şöyle bir soru sorulsa, "Ermeni Lobisinin dünya'da güçlü olduğu üç ülke adı söyleyin" bu ülkeler kimler olur? Sokaktan yüz kişiye sorulsa, tamamı hakem heyetini (ABD, Rusya, Fransa) sayacaktır. Demek ki, biz sahada ve masada kaybetmişiz... Kimseyi suçlamak istemiyorum, sadece günün şartları bunu talep ediyor. Tüm bunlara rağmen, bizler ne yapmalıyız? Her 26 Şubat geldiğinde konu hakkında kalıplaşmış sözlerle yüreğimizi delen acılarımızı dilimizden akıtıp rahatlamalı mıyız, yoksa başka neler yapılabilir, noktasında mı kafa yormalıyız? Sanırım öncelikli olarak sıradanlaşmış anım programlarından kurtulmalıyız. Şahsen benim çevremden "yeter artık, bize vahşetin cesetleri göstermeyin" diyen çok insan var. 25-30 yıllık bu travmadan çıkmalı ve neler yapabiliriz, üzerinde düşünmemiz ve konuşmamız gerekiyor. Bu vahşete, katliama, bu soykırıma ortak olanlar da dahil, onların yataklarında rahat uyuyamayacağı, susmayı yeğleyenler de dahil huzursuz olabileceği neleri yapmalıyız? Bu konuda yapılabilecek çok şey olduğuna inanıyorum. Devlet ve millet olarak suskun kalmakla, bilerek veya bilmeyerek sadece soğutma çalışmalarına katkı ve destek veriyoruz. Bu konuda devleti ve hükümeti suçlamak, ya da tek başına milleti suçlamak kolaycılığa kaçmaktır. Bunun için yapılması gereken en öncelikli iş, siyasi kan davalarını bırakıp, geçmişe sünger çekip, devlet ve millet elele vermelidir. Birbirimizi yemekten, birbirimizi didmekten kurtulmalıyız. İddia ediyorum ki, sistem ve millet birbirini vurmaya sarf ettiği enerjiyi parçalanmış vatan topraklarına harcamış olsaydı, bu gün Azerbaycan düşmüş olduğu bu zilletten çok uzakta bir noktada olurdu. "Zillet" sözümden lütfen kimse alınmasın; kanı kurumamış şehitlerinin çocukları sefil ve perişan, gazileri eceliyle başbaşa kalmış, toprakları 30 yıldır işgal altında kalmış bir milletin durumunu "ZİLLET" olarak ifade etmek sanırım abartı değildir.